Yazı başlığından anlaşılacağı üzere kelime köken olarak farsça olup süreç içerisinde bütün dillere değişik ses ve şekil yüklemelerle aynı anlamı çağrıştıracak ortak dil gibi kullanılan bir terim bizim Türkçe’mize de ikiyüzlülük olarak girmiş ve bu anlamda yerini bulmuştur.
Toplumsal yaşamda kişiler arası ilişkilerde ve inançlar mutabakatında (ilişkilerde, iletişimlerde) insanların hukukun ve devletlerin iki yüzlü olmaması gerektiği özellikle kendi halkına, vatandaşına hukuk bazında gerekse de kişiler arası ilişkide riyakarlık kişilerin, devletlerin ve erklerin güven ortamlarını yani tutarsız davranışlarını kabul edilmemesi babında kendilerinin red edilmesi nedeniyle ortada olması gereken hukuksal güvenirlilik toplumsal sağduyu ve inançsal dürüstlük ortadan kalkmış olacağı için hiç kimsenin yek diğerine karşı güven duygusu kalmayacağı için kişiler arası dostluk, samimiyet ve ilişkilerin devamı babında olması gereken kaideleri uygulama anlamında zorunluluk hasıl olmaktadır.
Ancak günümüzde gerek sosyal devlet anlayışı içerisinde, gerek yönetim erklerinde, gerek hukuksal boyutta ve dolayısıyla toplumda ve bunların tamamının sirayet ettiği fertlerde bu olgu yani ciddiyet olgusu oluşmadığı için güvende olmayacağından huzur ve ilişkiler zedelenmeye başlayacaktır.
Türkiye’nin yüzde 90' ının İslami inanç içerisinde olması hesabı ile bu inancın gerekleri olan kutsal kitabın emirlerine riayet edilmesi inançsal boyutta kişilerin memnuniyetini yaratıcının emir telakilerini yerine getirmeyi ayrıca laik devlet düzeni içerisinde de olması dikkate alındığında bunun daha farklı hukuksal boyut taşıyarak hukuki açıdan da inançsal ve ırksal ayrılıklara mahal verilmeden düzenin sağlanması babında kişi vicdan hürriyeti hukuka saygı ve devlet vatandaş ilişkisinde güven temelleri sağlamlaştırılmış olacaktır.
Ne yazık ki günümüz ne İslami inancın uygulamasında ciddiyet, ne hukuk-laik düzenini sağlamakta…. Görevlilerin görevlerini laikiyle yerine getirmedikleri her halükarda hukuku çiğneyerek hukukun üstünlüğü yerine üstünlerin hukuku uygulanmakta. Bu durum hem inançsal açıdan hem hukuksal açıdan vatandaşların halkın dikkatinden kaçmamakta. Çoğunluk sessiz suskunluk halinde kabullenmiş görünmekte.. Ancak hiçbir şekilde hukuka ve günümüz inanç temsilcilerine inanmamakta. Bu nedenle herkes kendi hukukunu sağlamak yoluna gitmekte… Buda toplumsal barışı ve huzuru sağlamakla görevli kişilerin yetersizliği nedeniyle iç sorunlar çözülemediği için kavgalar tartışmalar gasplar ve cinayete varıncaya kadar katliamlar tezahür etmekte… Bu durum hem inançsal boyuttaki zafiyetimizi, hem de hukuk uygulayıcı ile yönetim erkindekilerin yetersizliği, basiretsizliği toplum düzenindeki kokuşmuşluğa neden olmaktadır.
Kendi bölgemizi baz aldığımızda yakın tarihimizde Siverek, Suruç, ve son olarak Bozova’da meydana gelen barbarlık denecek düzeyde katliam yapmak bunun açık ve net göstergesidir. Toplumlarda elbette ki sürtüşmeler, tartışmalar olacaktır. Ters giden menfaat ilişkileri olacaktır. Elbette evlilikler nedeni ile meydana gelen geniş aile kavramlarında kadın erkek çatışmaları olacaktır. Bunun çözümü cinayetler yoluyla olmayacağı aklıselim insanın rahatlıkla kabulleneceği ve çözümün konuşma, anlaşma ve son olarak tarafsız hukuk olacağını bilir. Gel gör ki hukukun yetersizliği cehalet kendi kanunlarımızı kendimiz uygulamamız sonucunu doğurmaktadır. Meydana gelen olayların perde arkaları incelendiğinde hiç de çözülemeyecek olaylar olmadığı görülecektir. Misal arazi anlaşmazlıklarında, ekonomik anlaşmazlıklarda, EGO larımızı tatmin etmek amacıyla değil de tarafsız hukuka güvenerek hukuk yollarına gidilse hukukun da olaya üstünlerin hukuku olarak bakmadan karşındaki kişilerin yani davacıların ekonomisine, kelle sayısına (aşiretsel boyut) ve siyasal gücüne (Ankara’daki dayılarına) göre değil de insan gözü ile bakarak tarafsızlık ilkesine helal getirmeden bu işi rahatlıkla tereyağından kıl çeker gibi çözeceğini ve bu sonuçtan da herkesin memnun olacağını kabul etmek lazım.
Kendi yarattığımız ilahlar aracılığıyla (Kur-an a göre ŞİRK) olaylara onların gözünden onların emirlerini, direktiflerini ilahi emir gibi algılamayıp hukuksal tarafsızlık yerine getirildiğinde hiçbir sorunun ve tartışmalar olsa bile ölümle sonuçlanmayacak, cinayete varmayacak basit vakalar olarak kalacaktır.
Ne yazık ki öyle bir hale getirilmişiz ki yarattığımız ilahlardan korktuğumuz kadar, çekindiğimiz kadar yaratıcı olan tanrıdan korkmuyoruz, çekinmiyoruz.
Çünkü inancımızda birbirimizle olan iletişimimizde hukuka olan güvenimizde ve inanca uygulama babında saygımızda ( istisnalar kaideyi bozmaz) riyakârlıktır.
İkiyüzlülüğün olmayacağı dürüst samimi ve tarafsız hukuk ile yaratıcı ilahlardan çekinmeden gerçekleri olduğu gibi söyleyebilmek umudu ile aşk ile.