Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Urfa Şubeler Platformu, “OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonunun feshedilmesi” talebiyle basın toplantısı düzenledi.
Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) Urfa Şubesinde yapılan toplantıya, platform birleşenlerinin temsilcilerinin yanı sıra, kente faaliyeti olan siyasi parti temsilcileri ve sivil toplum kuruluşu temsilcileri destek verdi. Toplantının yapıldığı salona “OHAL ve KHK’ler gidecek biz kalacağız” pankartı asıldı.
Toplantıda konuşan KESK Urfa Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Eylem Salar, “OHAL uygulamalarının devamını sağlayan ihraç hukuksuzluğuna son verilmesi, ihraç olan kişilerin işlerine iade edilmesi” gerektiğini vurguladı.
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Urfa Şubeler Platformu, “OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonunun feshedilmesi” talebiyle basın toplantısı düzenledi. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) Urfa Şubesinde yapılan toplantıya, platform birleşenlerinin temsilcilerinin yanı sıra, kente faaliyeti olan siyasi parti temsilcileri ve sivil toplum kuruluşu temsilcileri destek verdi. Toplantının yapıldığı salona “OHAL ve KHK’ler gidecek biz kalacağız” pankartı asıldı.
Toplantıda konuşan KESK Urfa Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Eylem Salar, “OHAL uygulamalarının devamını sağlayan ihraç hukuksuzluğuna son verilmesi, ihraç olan kişilerin işlerine iade edilmesi” gerektiğini vurguladı.
İktidarın emekçilere ve halklarımıza yaşamı dar ettiği, yönetememe halini bir kez daha kutuplaştırma ve gerginlik stratejisi üzerinden aşmaya çalıştığı bir dönemden geçiyoruz. Karamsarlığı yayarak ve toplumsallaştırarak, sorunun kaynağı kendileri değilmişçesine “kurtarıcı” postuna bürünmek isteyenlerin ülkemize ve emekçilere verecekleri hiçbir şey kalmamıştır. Artık bırakalım yıllık plan ya da program, aylık bir programları dahi yoktur. Hayata geçirdikleri kararların etkisi birkaç günde yitip gitmekte, ekonomik kriz derinleşerek devam etmektedir. Ekonomik krizi TBMM’de onaylanan 2022 bütçesinde kamu hizmetlerine ayrılan ve kamu emekçilerinin ücretlerine yapılan sefalet ücreti “artışından” da net olarak görebilmekteyiz.
Bu çoklu ve sürekli kriz hali, krizi yaratanlarla çözülemez. Ülkemizi ucuz emek cenneti haline getirenlerin, sermayeye “bizden daha ucuz çalıştıracak işçiyi başka yerde bulamazsınız, Çin modeli getiriyoruz” diyerek övünenlerin emekçilere vereceği hiçbir şey kalmamıştır.
Kamusal hizmet olarak sunulması gereken barınma hakkının gereğini yapmayarak yoksul gençlerimizi cemaatlerin, gerici odakların yurtlarına mahkûm ederek yakılmalarına, tacize uğramalarına, intihar etmelerine neden olanların gençlerimize vadedecekleri özgür bir gelecek yoktur.
İstanbul sözleşmesini “bir gece ansızın” fesheden, ILO’nun 190 sayılı sözleşmesini halen imzalamayan, ülkemizi kadın kırımının yaşandığı bir yer haline getirenlerin, kadın cinayetlerine ve şiddete, tacize, tecavüze zemin hazırlayanların kadınlara yeni katliamlar dışında sunacakları eşit ve özgür bir yaşam yoktur, olamaz.
İktidar, muhalif kurum ve yapıları susturmak, sindirmek, korkutmak, işlevsizleştirmek ve sonuç olarak etkisizleştirmek için devletin tüm olanaklarını, kurumlarını kullanmaktan geri kalmıyor. İktidarın küçük ama belirleyici ortağı hemen her gün “şu kurum kapatılmalı, şu susturulmalı, şu tutuklanmalı, şunun hakkında gereği yapılmalı” açıklamaları yapıyor, muhalif kesimleri hedef gösteriyor. Küçük ortak “tak” diye emir veriyor diğer ortak “şak” diye gereğini yapıyor! Bunun son örneklerinden birisi de Türk Tabipler Birliği’ni hedef gösteren açıklamalardır. Toplum sağlığının korunması ve doğru politikalar hayata geçirilmesi için canla başla çalışan, aşı dâhil pandemi döneminde sağlık hakkı için kamuoyunu doğru bilgilendirmeye ve iktidarı şeffaf olmaya çağıran TTB’ye yönelik baskıları da bu vesileyle kınadığımızı belirtiyoruz.
Elbette umutsuz ve seçeneksiz değiliz. Dayatılan bu faşizan koşulların fiili ve meşru mücadele ile, kazanılmış hakları koruma ve yeni haklar elde etme anlayışı ile aşılabileceğine yürekten inanıyoruz. Tüm çalışmalarımızı da bu temelde yürütüyoruz. İşte tam da bu nedenle iktidarın emek, demokrasi karşıtı politikalarını eleştiren, karşı çıkan Konfederasyonumuz, bağlı sendikalarımız ve üyeleri de Tek Adam rejiminin anti demokratik uygulama ve politikalarından nasibini almaktadır.
Pandemi sürecinde güvencesiz, sözleşmeli ve taşeron çalıştırma daha da yaygınlaştırılmış, kayıt dışılık ve kuralsızlaştırma artmış, on binlerce kamu emekçisinin ihraç edilmesiyle iş yükünün artması sonucu kamu emekçileri nefes alamaz duruma gelmiştir. İşyerlerinde mobing ve iş kazaları/işçi cinayetleri yoğunlaşmıştır.
Çalışma hakkı; her insanın insan onuruna yakışır bir hayat idame ettirebileceği iş ve gelire sahip olma hakkını ifade eder ve anayasamızın 70. Maddesinde kamu hizmetine girme hakkı olarak tanımlanmış, güvence altına alınmıştır. Uluslararası mevzuat açısından da İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 23. ve 24. Maddelerinde, Avrupa Gözden Geçirilmiş Sosyal Şartında, ILO temel sözleşmelerinde ve ülkemizin de taraf olduğu daha birçok uluslararası hukuk metinlerinde açık, net ifadelerle düzenlenmiştir.
Ancak AKP hükümeti OHAL’i fırsata çevirerek on binlerce kamu emekçisinin çalışma hakkını herhangi bir yargısal süreç iletmeden, savunma almadan ve somut belge bilgiye dayanmadan ve evrensel güvenceleri ihlal ederek ellerinden aldı ve ihraç etti. Çalışma hakkının iktidarın insafına bağlı olduğu, itiraz mercilerinin iktidarın tasarrufunda ve taraflı belirlendiği bir yerde örgütlenme hakkı, düşünce ve ifade özgürlüğü, toplu gösteri, yürüyüş ve eylem hakkı gibi diğer temel haklar da hukukun değil, iktidarın istediği ölçüde kullanılmaktadır. Son yıllarda ise neredeyse hiç kullanılamamaktadır.
Bilindiği üzere; KHK’lar eliyle ve Resmi Gazete’de isimlerinin yayınlanmasıyla on binlerce kamu emekçisi ihraç edildi. İktidarın ihraçlara ilişkin tüm itiraz yollarını kapatması içeride ve dışarıda itirazların yükselmesine neden olunca ve AİHM’e on binlerce başvuru yapılınca hızla bir oyalama mekanizmasına ihtiyaç duyuldu.
OHAL İşlemlerini İnceleme Komisyonu, 23 Ocak 2017 günü 685 sayılı OHAL KHK’si ile iki yıllık süre içinde kamudan ihraç edilmiş yüz binlerce kamu emekçisinin ihraç başvurularını değerlendirmek ve karar altına almakla görevlendirilmişti. 23 Ocak 2022 itibariyle OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu beşinci yılını doldurmuş olacaktır.
Kısa süre önce OHAL Komisyonu’nun 2021 yılı faaliyet raporu yayınlandı. Rapora göre toplam 125.678 kamu görevlisi ihraç edilmiş olup bunlardan 123.078 kişi işlemin iptali için komisyona başvuru yapmıştır. Komisyon 5 yıldan sonra 117.828 dosyayı karara bağlamış olup 5.250 dosyanın incelemesi devam etmektedir.
Komisyon 101.987 başvuruyu ret etmiş, 15.841 dosya hakkında ise göreve iade kararı vermiştir. Yani dosyalardan 87’si için RET, 13’ü için ise KABUL kararı vermiştir.
Komisyonun göreve başladığı günlerde hukuki bir süreç işliyormuş görüntüsü vermek için 10-15 civarında iade kararı verilebileceğini, diğer dosyalarda ise başvurunun ret edileceğini öngörmüş, ifade etmiştik.
Öngörümüz Komisyonun oluşturulma amacı ve biçiminden kaynaklanmıştır. Çünkü Komisyon oluşum şekli itibariyle ve mahkeme yerine konmasıyla mevcut anayasamızın başta 6., 10., 70., 90. ve daha birçok maddesine aykırılık içermektedir. Yine AİHS, Avrupa Sosyal Şartına, BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesine, ILO’nun 111 Nolu Ayrımcılık, 135 No’lu İşçi Temsilcileri, 151 Nolu Çalışma İlişkileri (Kamu Hizmeti) ve 158 No’lu Hizmet İlişkisine Son Verilmesi Sözleşmelerine açıkça aykırıdır. Nitekim Avrupa Konseyi yetkilileri kurulduğu dönemde ve sonrasında sık sık benzer uyarılarda bulunmuşlardı. Öte yandan Komisyonun oluşma şekli Venedik Komisyon görüşüne aykırı olup Cumhurbaşkanlığının komisyon üyelerini görevden alma yetkisi ve komisyon üyelerinin atanma usulleri, tüm kurumlar üzerindeki iktidarın açık baskısı gibi nedenlerden dolayı tarafsız ve bağımsız çalışma olanağı yoktu. Nitekim geldiğimiz aşamada aldığı kararlarlar da tüm eleştiri, kaygı ve öngörüleri haklı çıkarmıştır.
15 Temmuz darbe girişiminden bu yana KESK’e bağlı sendika üyelerimizden 4.239’u OHAL KHK’ları, 98’i 375 sayılı KHK’nın ek 35. Maddesi ve 479’u Yüksek Disiplin Kurulu kararlarıyla olmak üzere toplam 4.816 KESK’li hukuksuzca ihraç edilmişlerdir.
OHAL KHK’ları eliyle ihraç edilen 4.239 KESK’li işlemin iptali için komisyona başvurmuştur. Komisyon aradan 5 yıl geçmesine rağmen hala 1.495 dosyayı karara bağlamamıştır. Karara bağlanan başvurulardan 1.604’ü RET, 1.140’ı KABUL edilmiştir.
Ne acıdır ki, tam sayısı bilinmemekle birlikte en az 15 kişi yaşamlarını yitirdikten sonra “gidemeyecekleri” işlerine iade edilmişlerdir. Bunlar; SES Diyarbakır şube üyesi Zeynep Binen, SES Malatya Eski Şube Eş Başkanı Bülent Uçar, BES Diyarbakır Eski Şube Başkanı Ahmet Çoban, BES üyesi Necdet Kalkan, EĞİTİM SEN üyesi Salman Taş, KESK’li Mücahit Karataş, Atila Yalçıntaş, Mustafa Çamaş, Yahya Barça, Emine Yürükçü, Yurdal Gökçe, Mehmet Nasır Sönmez, Ömer Faruk Arsoy, Gökhan Açıkkollu, ve iş cinayetinde yaşamını yitiren Kazım Kurnaz’dır. Hepsini saygıyla anıyoruz.
Aralarında EĞİTİM SEN Adana Şubesi üyesi, Çukurova Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyelerinden, Barış İçin Akademisyenler imzacısı, “görülen lüzum üzerine” denilerek dönemin bitmesine üç hafta kala görevine son verilen Dr. Mehmet Fatih TIRAŞ ve Diyarbakır Çocuk Hastanesi'nde çalışırken KHK'yle görevinden ihraç edilen sendikamız SES üyesi Fatma Demirel’in de olduğu 100’den fazla insanımız ihraç sonrası yaşadıkları ağır sorunlar nedeniyle içine girdikleri çıkmazdan kurtulamayarak intihar etmişlerdir.
RET edilen başvurulardan 344’ü Barış Akademisyenlerine ait olup 50 dosya ise karara bağlanmayı beklenmektedir. Bu 50 dosya hakkında da ret kararı verecekleri anlaşılıyor.
Hatırlanacağı üzere “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı metin, 11 Ocak 2016 tarihinde, yurtiçi ve yurtdışındaki 1128 Barış İçin Akademisyeni imzasıyla yayımlanmış, akademisyenlere yönelik eleştirilere tepki olarak kısa süre içinde de metnin imzacı sayısı 2212’ye yükselmişti. 15 Temmuz 2016’daki askeri darbe girişimini fırsat bilinerek gerçekleştirilen OHAL ilânının ardından, çoğunluğu üyemiz olan barış akademisyenleri KHK’lerle üniversitelerinden haksız ve hukuksuz bir biçimde ihraç edildi. Bu bildiriyi imzaladıkları gerekçesiyle haklarında ağır ceza mahkemelerinde dava açılan akademisyenlerle ilgili olarak, Anayasa Mahkemesi (AYM), 26 Temmuz 2019 tarihli kararında, söz konusu uygulama ile Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin kararına rağmen Barış Akademisyenlerine ilişkin OHAL Komisyonu’nun iktidarın talimatı ile aldığı anlaşılan RET kararları açıkça suçtur. Anayasa Mahkemesi’nin kararı tanınmayan Komisyon iktidarın suçuna ortak olmuştur. Dolaysıyla sadece iktidar değil Komisyon da er ya da geç bu suçun hesabını yargı önünde verecektir.
Bir kez daha belirtmek isteriz ki, Barış Akademisyenleri yüz akımızdır ve emekçilerin de temel talebi olan barışı sahiplenmeye, düşünce özgürlüğünü savunmaya devam edeceğiz. KOMİSYONUN RET’LERİNİ REDDEDİYORUZ! ONLAR GİDECEK, BİZ GERİ DÖNECEĞİZ. Hocalarımız üniversitelerdeki kürsülerine dönünceye kadar mücadelemize kesintisiz devam edeceğiz.
Öte yandan, Komisyonun verdiği ret kararlarına itirazlar için iktidar tarafından özel olarak oluşturulan idare mahkemelerinin şu ana kadar verdiği kararlar hukuki sürecin temel hak ve özgürlükler, hukuk normları esasında işletildiğine dair umut vadetmemektedir.
İktidar tarafından oluşturulan, yetkilendirilen Ankara’daki 19. 20. 21. 22. 23. 24. 25. 26. ve 27. İdare Mahkemelerine başvuruları ret edilen 1.286 KESK’li için başvuru yapılmıştır.
Bu başvurulardan şu ana kadar 333’ü ret, 15’i kabul olmak üzere 348’si karara bağlanmıştır. Görüldüğü üzere karara bağlanan dosyalardan 96’sı RET şeklindedir. Ret edilen başvurular için İstinaf Mahkemesine başvurular yapılmaktadır
Dönemin Özel Yetkili Mahkemelerine benzetilen bu İdare Mahkemeleri de tıpkı komisyon gibi kararlarını ilk kez OHAL KHK’leri ile karşılaştığımız “mensubiyet”, “iltisak”, “irtibat” kavram ve kriterleri üzerinden vermektedir. Bilindiği üzere; OHAL KHK’ları ile "irtibat ve iltisak" gibi yeni bir suç tanımı yapılmış, bu tanımlama uyarınca medeni ölüm sonucunu doğuracak ağır bir yaptırım gerçekleştirilmiştir.
Oysa defalarca belirttiğimiz üzere mevzuatımızda “iltisak” ve “irtibat” hususunda açıklayıcı tanımlar bulunmadığı gibi bunların suç ve cezaların şahsiliği ilkesine aykırı olduğu ve dolayısıyla masumiyet karinesini ihlal ettiği açıktır. Sadece kendi mevzuatımız açısından değil uluslararası hukukta da karşılığının olmadığına dikkatinizi çekmek istiyoruz. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) “Adil Yargılanma Hakkı”nı düzenleyen 6. Maddesi uyarınca somut bir ceza isnadı ve ceza muhakemesi kararı olmadan kişilerin suçlu kabul edilip haklarında işlem tesis edilmesi açıkça hukuka aykırıdır.
Bu açık duruma rağmen gerek Komisyon ve gerekse de özel yetkili idare mahkemeleri bu sübjektif, yoruma, keyfiyete açık kavramlar üzerinden başvuruları reddetmeye devam etmektedirler.
İdare Mahkemelerinden çıkan ret kararları incelendiğinde bu durum bariz şekilde anlaşılmaktadır. Örneğin AYM ve AİHM tarafından aynı eylem için hak ihlali ve yeniden yargılama kararı verilmesine rağmen İdare Mahkemesi Konfederasyonumuzun kararı doğrultusunda hayata geçirilen 29 Aralık 2015 grevine katıldığı gerekçesiyle üyenin başvurusunu ret etmiştir! Başka bir başvuru kişi sendikamız BES üyesi olduğu için ret edilmiştir! Hukuken facia niteliğindeki bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ancak yargıya güvenin diplerde seyrettiği bu dönemde daha fazla örnek sıralamaya ihtiyaç olmadığını düşünüyoruz.
İktidarın OHAL’i fiilen devam ettirme uygulamalarından biri de 7145 sayılı Kanun’un 26. maddesiyle 375 sayılı KHK’ye eklenen geçici 35. Madde eliyle devam ettirilen ihraçlardır. Uygulama en çok da iktidarın sendikal hak ve özgürlükler karşıtı politikalarını eleştiren, tutum alan KESK’lileri hedef almaktadır.
Geçici 35. Madde eliyle şu ana kadar 98 KESK’li bakanlıklar oluru ile ihraç edilmişlerdir. Son olarak EĞİTİM SEN Diyarbakır üyelerinden 21’i bu şekilde işlerinden edilmiş, okul ve öğrencilerinden uzaklaştırılmışlardır. Arkadaşlarımızın dosyalarına baktığımızda suç olarak isnat edilen eylem ve etkinliklerin hemen hepsi Konfederasyonumuz ya da EĞİTİM SEN’in kararıyla hayata geçirilen etkinliklerdir. Bu arkadaşlarımızın çoğu eski veya yeni şube yöneticileridir. Açık ki, AKP örgütlenme özgürlüğünü hedef almakta, sendikal ayrımcılığı derinleştirerek üyeleri istifaya zorlamaktadır.
Yasaklamalar, zulüm, faşizan baskı ve uygulamalar iktidarın siyasal ömrünü kısaltmaktan başka bir işe yaramayacaktır. İşçi sınıfının, emekçilerin yüzyıllardır bin bir türlü bedel ödeyerek elde ettiği hak ve özgürlüklerin hangi gerekçe ile olursa olsun ortadan kaldırılmasına yönelik girişimlere karşı fiili ve meşru mücadele hakkımızı sonuna kadar kullanacağız.
Sivil darbe hukukuna karşı fiili, meşru ve demokratik direnişimizi ve hukuki mücadelemizi her ne pahasına olursa olsun, tüm zorlukları göğüsleyerek sürdüreceğiz.
Bu vesileyle bir kez daha çağrıda bulunmak istiyoruz; Hukuka ve uluslararası sözleşmelere aykırı, etkin olmayan, denetlenemeyen, kendisini anayasa ve yasalar üstü gören, hükümetin bir organı gibi çalışan ve idari bir mekanizma olan OHAL Komisyonu derhal lağvedilmelidir. Ret kararları iptal edilmeli, haklarında memuriyeti engelleyen herhangi bir kesinleşmiş yargı kararı bulunmayan, hukuken suç olmayan gerekçelerle ihraç edilen tüm kamu görevlileri bütün haklarıyla birlikte görevlerine iade edilmedir.
Özel yetkilendirilmiş idare mahkemelerinde devam eden dosyalar, bu mahkemelerin ret etmesi üzerine istinaf’a, Danıştay’a giden dosyalar geri çekilmelidir.
Hukuksuz ihraçlardan dolayı mağdur olan tüm kamu emekçilerinin maddi, manevi hak kayıpları karşılanmalıdır.
375 sayılı KHK’ye eklenen geçici 35. Madde eliyle yapılan ihraç uygulaması derhal sona erdirilmelidir. İş güvencesi iktidarın sopası haline getirilmemeli, sendikal örgütlenme önündeki engeller kaldırılmalıdır.
İktidar başta örgütlenme, düşünce ve ifade özgürlüğü hakkı olmak üzere temel hak ve özgürlüklere yönelik baskı politikalarına son vermeli, ceza ve soruşturmaları durdurmalıdır.